(Yorumlar)
Türkiye'de uzun yıllar yaşamış olan Pierre Loti, melankolik ve egzotik bir 19. yüzyıl Fransız yazarıdır. Zamanının en çok satan yazarlarından biri olan Loti'nin bir çok kitabının içerisinde Azıyade, Bir Sipahi'nin Romanı gibi ülkemizde tanınan eserleri de vardır. 1850 yılında Rochefort'da doğan 42 yasında Fransız Akademisi'ne de seçilen bu yazarın 1923 yılındaki ölümü üzerine cenazesi Fransa'da milli bir törenle kaldırılmıştır.
Pierre Loti ülkemizde de en çok bilinen, önemli Fransız karakterlerinden biridir. Yaşamını ve eserlerini çok iyi bilmesek de ismini duyunca kent olarak hemen İstanbul, semt olarak Eyüp ve Eyüp'teki kahve hepimizin aklına hemen geliverir. Genelde Pierre Loti, ülkemizde bıraktığı izlerde araştırılır, sorgulanır. Oysa bunun tam tersini yapmak da mümkün; Türkiye'de Pierre Loti'yi aramak yerine Pierre Loti'de Türkiye'yi aramak. Demek istediğim ülke değiştirip Fransa'ya doğup büyüdüğü kasabaya, Rochefort'a giderek evini ziyaret edip orada Türkiye'den izler aramak ve bulmak. Ben işte bu ikincisini yaptım, Loti'nin Rochefort'daki evini ziyaret ederek orada kendi ülkemi aradım ve buldum.
Pierre Loti ismi, Fransa'nın kuzeybatısında Atlantik Okyanusu'nun yakınlarındaki, küçük bir kasaba olan Rochefort'la özdeşleşmiş. Bu ünlü yazarın evi olmasa turistlerin çok da ziyaret etmeyeceği kasabaya vardığınızda kitapçılarından, cafelerinden, heykelinden tutun da her yerde sevgili Loti'mizin izine rastlıyorsunuz. 141 rue Pierre-Loti caddesi üzerindeki evi bulmanız hiç zor olmuyor. Buranın neden Fransa'da en çok ziyaret edilen yazar evi olduğunu siz de gezdikten sonra anlıyorsunuz. Oscar Wilde, "Tüm dehami yaşamıma, sadece yeteneğimi eserlerime aktardım" demiş. Bu cümlenin Pierre Loti'yi de çok iyi anlattığını düşünürsek, tüm dehasını yaşamına aktaran, 19. yüzyılın bu en çılgın kişiliklerinden birinin evinin en azından ilginç olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ev, bir rehberin oldukça detaylı anlatımı eşliğinde geziliyor. Girişteki ilk salonla birlikte 19. yüzyılın bu en tuhaf insanlarından birinin iç dünyasına ilk adımı atmış oluyorsunuz. Ailesinden miras kalan yüklü borçları ödemek için yazarlığa başlayan bu ilginç adamın, gezme tutkusu, yoğun ölüm korkusu, geçen zaman kaygısı ve bir sürü saplantıyla dolu çok karışık karakteriyle ilk kez işte bu salonda karşılaşıyorsunuz. Evin diğer bölümlerine göre gayet sıradan olan bu salonda; yazarın, yakın aile ve arkadaşlarının portreleri yer alıyor. Dönemin burjuva zevkine göre döşenmiş bu bölümde Pierre Loti'nin iki kişilikli biri olduğunu öğrenerek şaşırabilirsiniz. Kişiliklerinden biri hepimizin bildiği egzotik yazar, Pierre Loti diğeri de melankolik, hüzünlü bir deniz subayı, Jülien Viaud. Burjuva bir aileden gelen Jülien Viaud 'nun romanlarında ismini mahlas olarak kullanmasının yanısıra biraz da kendisinden kurtulmak için sonradan yarattığı renkli bir karakter, "Pierre Loti". Fakat bu renkli karakter, deniz subayından daha baskın çıkmış. Öyle ki ömrünün sonlarında Jülien Viaud, iş için imzaladığı belgeleri bile Pierre Loti diye imzalar olmuş.
Girişteki salonun hemen yakınındaki oda, yine evin normal olarak tanımlanabilecek bölümlerinden biri. Bu kısım, girişteki salon gibi Fransız stilinde, 19. yüzyıl zevk ve beğenisini yansıtır şekilde döşenmiş. Loti, yaşamının en büyük aşkı Hatice'yi Türkiye'de bırakıp bağrına taş basıp ülkesine döndükten sonra annesini mutlu etmek için zengin bir Fransız kadınla evlilik yapmış. Blanche ismindeki bu kadın, Loti'yle evlendikten sonra eşinin sınır tanımayan hayalleri uğruna evin çılgınca döşenmesi için maddi yardımda bulunmuş. Sonuçta kendi parasal desteğiyle de ortaya çıkan atipik, eşi benzeri bulunmayan bu evdeki bir odayı kendisi döşeme hakkını elde etmiş.
Bulunduğunuz bu sıradan odadan çıkar çıkmaz karşınıza çok garip bir salon çıkıyor ve eğlence başlıyor, işte rönesans salonu. Bu şaşırtıcı salonda rönesans deyince akla gelebilecek her şeyi bulabilirsiniz. Şömine, masa, krallık bayrakları, zırhlar, halılar ve hatta salona hacim vermesi için özel olarak planlanıp sonradan inşa edilmiş görkemli merdivenler. Loti, evindeki her odayı, her salonu, o bölüm için uygun gördüğü stile göre yeniden inşa ettirmiş ve döşemiş fakat bunları hiçbir zaman aslına uygun olarak yapmamış. Kendi düş gücünde nasıllarsa ona uygun olarak her şeyi yeniden yaratmış. Bu nedenle rönesans salonu aslında Loti'nin rönesansı ya da gotik salon Loti'ye özgü gotik hatta evin ilerleyen bölümlerinde karşılaşılacak Türk camisine bile Loti Camisi denebilir. O yüzden rönesans salonunda aslına uygun olmayan dekor ya da eşyaların bulunmasını olağandışı bulmuyorsunuz.
Rönesans salonundan gotik salona geçiyoruz. Evini hayal ettiği gibi döşetmek için hiçbir masraf ve emekten kaçınmayan çılgın ev sahibi bu odaya, yıkılmak üzere olan gotik bir klisenin pencere ve vitraylarını getirip taktirmiş. Bu devasa klise pencerelerinin dış cephesi odanın içine bakacak şekilde taktirilmiş böylece bu odadayken aslında bir klise tarafından çevrelendiğinizi düşünmeniz sağlanmış. Salona girildiğinde sadece gotik bir salona değil gotik bir dünyaya adım atmanız istendiğinden salondan görülen dışarıdaki binaların dış yüzleri bu tarza uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Şöyle ki pencerelerden komşu binanın tepesindeki gargouilleleri görmek mümkün. Sonuç olarak bu odaya girildiğinde ev sahibinin istediği oluyor ve dünyanız birden değişiyor. Tuhaf ev sahibi, bu salonlarda salonların ismine layık partiler düzenlermiş. Örneğin, "Gotik Salon"da düzenlediği "Gotik Parti" için çağırdığı 20 kişiye davetiyelerini bir yıl önce göndermiş. Çünkü davetlilerin, ancak bir senede hazırlayabilecekleri, partiye katılmak için yerine getirmeleri gereken bir sürü koşul varmış; o zamana uygun kıyafetler giymek veya parti gecesi, parti temasının geçtiği dönemde konuşulan eski Fransızca'yı konuşmak gibi… Salonda bulunan davetlilere davet akşamı için hazırlanan yemekleri gösteren menü bile Loti'nin bu işte hiç de amatör olmadığının iyice kavranmasına yardımcı olacak nitelikte.
Bu salondan, Türk Camisine geçişteki ara kısımda Loti'nin yatak odası var. Bir yatak ve bir masadan başka bir şey olmayan huzurlu ve çok sade bir oda. Burada, İslamiyet'ten, Budizme, Hristiyanlık'tan, reenkarnasyona dünya üzerindeki pek çok dine ve inanışa ait sembolleri görebilirsiniz. Loti çok sevdiği erkek kardeşini, çok yakın bir çocukluk arkadaşını ardarda kaybettikten sonra 15 yasında ateist olmuş fakat yine de yaşamı boyunca inanca yönelik bilgiye açık kalmış, bu konuda araştırma yapmaktan vazgeçmemiş, karşılaştığı her türlü inanış ve dinle yakından ilgilenmiş. Bu nedenle Loti'nin, yaşadığı yüzyılda diğer kültür ve dinleri yok sayarak tüm dünyaya hristiyanlık dinini zorla kabul ettirmeye çalışan çağdaşı vahşilere göre çok modern bir insan olduğunu şimdi rahatlıkla söylenebilir.
Vee Türk camisi. Burası bu evin en büyük ve en görkemli bölümlerinden biri. İşte mihrabı, türbeleri, tavandaki görkemli ahşap işlemeleri, tüm duvarlarını çevreleyen Osmanlı seramikleri, havuzu ve herhangi bir camide rastlayamayacağınız üzeri palmiyelerle kaplı divanı ya da mezartaşlarıyla Loti camisi… Neredeyse gerçek bir camide olduğunuza inanmanızı sağlayabilecek seramikler 1893'de yanan Damas'taki camiden getirtilmiş. İçeride Konya'daki Mevlana türbesini aratmayacak kadar çok türbe var. Üstelik bunlar aynı Mevlana türbesinde olduğu gibi hafif ayağa kalkar durumdalar. Cami mihrabının yönünün Mekke'ye dönük olmaması evi gezenlere nedense artık garip gelmeyecek önemsiz bir detay. Caminin içinde üzerinde Arapça yazılar olan yeşil bir mezartası Loti'mizin çok sevgili, biricik aşkı Hatice'ye ait. Hatice'nin İstanbul'daki mezarından 1905 yılında getirtilmiş. Loti'nin isteği üzerine zaman zaman Osman Daney'in bu camide ezan okuduğunu öğrenmek, ev sahibinin hayallerini gerçekleştirmek için hiçbir sınır tanımadığının en önemli kanıtlarından olsa gerek.
Caminin yanında bir Türk odası ve salonu da bulunmakta. Türk odası sadece sedir, minderlerle döşenmiş küçük bir oda. Yanındaki Türk salonu, Türk odasından çok daha gösterişli, içinde nargile, hançerler, kahve takımları gibi aklınıza gelebilecek her türlü Türk motifini bulabileceğiniz bir yer. İçine elbette Azıyade (Hatice)'nin bir portresini de koymayı unutmamışlar.
Türk camisi, Türk odası ve Türk salonuyla evin çok büyük bir bölümünü Pierre Loti, Türkiye'ye ayırmış. Zaten ölüm uykusunda yanında olmasını istediği üç şeyden biri de Türkiye'ye ait; Hatice'nin o binbir özenle sakladığı kendisi için kutsal mendili.
Şimdi müze olan evi gezdikten sonra çıkmadan cafesinde isterseniz baklava yiyebilir üstüne Türk kahvesi içebilirsiniz.
AYSUN AKARSU - 14 Ekim 2002
Twitter'da paylaş Facebook'ta paylaş
Yorumlar